Kısaca cevabını merak edenler için: Evet, Demokrat Parti sonrası tek parti korkusu 1961 Anayasası’nın yürütmeyi denetleme hırsına yol açtı, buda devletin yönetme erklerini ve kurumlarını felce uğrattı.
Girizgâh
1961 Anayasası, bireyi güçlendirmek için yürütmeyi dizginlemeyi hedefledi. Ancak bu dizginleme, zamanla yürütme organını etkisizleştirdi, karar alma süreçlerini yavaşlattı ve Türkiye’yi koalisyonlara, krizlere ve sonunda yeniden bir askeri müdahaleye sürükledi.
Bireyin özgürlüğünü kurumsal güvence altına almak elbette değerliydi; ama bu özgürlük, yönetemeyen bir devletin kaotik ortamında boğuldu. Çünkü ne seçilmiş siyasiler bu anayasaya göre devleti yönetebildi, ne de toplum bu yönetsel karmaşaya tahammül gösterebildi.
Otoriterleşme Korkusu: Yönetememenin Anayasası.
1961 Anayasası'nın ruhunu belirleyen ana reflekslerden biri, 1950–60 arası Demokrat Parti dönemindeki “tek parti oligarşisine” karşı bir panik hâliydi. Yani, güçlü bir yürütmenin otoriterliğe sapma riskine karşı bütün mekanizmalar denetimle kuşatıldı. Ortaya çıkan yapı şöyleydi:
- Cumhurbaşkanı sadece temsilî bir figür değil, sistemde zaman zaman kilit oyuncuydu.
- Bakanlar Kurulu Meclis karşısında aşırı ölçüde sorumlu hale getirildi.
- Yasama çoğunluğu olmayan hükümetler, güvenoyu ve bütçe süreçlerinde sürekli tıkanıyordu.
- Anayasa Mahkemesi, yasa iptalleriyle yürütmenin alanını daralttı.
Yani, yürütme erkine güvenilmediği gibi, ona hareket alanı da bırakılmadı. Peki sonuç?
Koalisyonlar Çağı: Kaos
1961–1980 arasında geçen 19 yılda 14 hükümet kuruldu. Ortalama hükümet ömrü 16 aydan kısa.
Koalisyonlar Türkiye’de ilk kez bu kadar kalıcı hale gelmişti ama bunun sebebi çoğulculuk değil, sistemsel tıkanmaydı. Hükümetler:
- Sürekli güvensizlik içinde çalıştı.
- En küçük ortak bile koalisyonu dağıtacak kadar etkiliydi.
- Bakanlıklar siyasi pazarlıkların parçası oldu, liyakat değil temsil esas alındı.
Bu da yürütmenin niteliğini değil; niceliğini artırdı. Çok parti, çok ses demek olmadı; kaos demek oldu.
Anayasa Mahkemesi: Hukukun Mutlak Gücü
1961 Anayasası’yla birlikte kurulan Anayasa Mahkemesi, hak teminatı açısından ileri bir adımdı. Ancak zamanla, yürütme üzerindeki yargı denetimi teknik olmaktan çıkıp ideolojik bir karakter kazandı.
- Hükümet politikaları “iptal furyasına” uğradı.
- Sağ hükümetler, Mahkeme'yi “sol eğilimli bir fren gücü” olarak kodladı.
- Yargının kararlarına yönelik toplumsal güven, ideolojik ayrışmaya paralel biçimde azaldı.
Bu ortamda mahkeme; hem yargıçlar arasında, hem halk nezdinde siyasallaşmış bir kurum olarak algılandı.
Akademisyenler Ne diyor?
Ergun Özbudun
Türkiye’nin demokratikleşme sürecini ve anayasal yapısını en derinlikli inceleyen hukukçulardan biridir. Özbudun, 1961 Anayasası’nın güçlü bir denge-denetim sistemi kurduğunu ancak bunun yürütme organını aşırı zayıflattığını belirtir. Özbudun’a göre bu yapı, hükümetlerin istikrarsızlaşmasına ve sık sık değişmesine yol açarak demokratik süreçleri sekteye uğratmıştır. (Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, 2021)
“1961 Anayasası, demokratik hak ve özgürlükler açısından ileri bir adım olmakla beraber, yürütmenin etkinliğini zayıflatarak yönetim krizlerini derinleştirmiştir.”
Mümtaz Soysal
Soysal, 1961 Anayasası’nın sosyal devlet ilkesine getirdiği vurgu ile bireysel özgürlüklerin yanı sıra sosyal hakları da anayasal güvenceye aldığını savunur. Ancak Soysal, bu anayasanın getirdiği geniş hakların, Türkiye’nin siyasal kültürü ve devlet yapısının olgunlaşmamışlığı nedeniyle ciddi toplumsal ve siyasal gerilimler doğurduğunu belirtir. (Soysal, Anayasaya Giriş, 1962)
“Özgürlüklerin genişliği, siyasal aktörler arasında bir denge kurulamadığı sürece istikrarsızlığa neden olmaktadır.”
Bülent Tanör
Tanör, Türkiye’de anayasal gelişmeler üzerine yaptığı çalışmalarda 1961 Anayasası’nın yürütmeyi denetleme adına getirdiği mekanizmaların hem avantajlarını hem de eksiklerini tartışır. Tanör’e göre denge-denetim sistemi, yürütmenin karar alma yeteneğini sekteye uğratmış ve özellikle koalisyon hükümetlerinde yönetim zafiyetine yol açmıştır. (Tanör, Türkiye’de Anayasacılık Hareketleri, 2004)
“1961 Anayasası, özgürlük ve dengeyi sağlamak isterken, yürütme erkini etkisizleştirmiş ve Türkiye’yi siyasi krizlere sürüklemiştir.”
William Hale
Hale, Türkiye’nin askeri-sivil ilişkilerine odaklanırken 1961 Anayasası’nın ordu ve siyaset arasındaki dengede kritik bir kırılma noktası olduğunu belirtir. Askeri müdahaleleri mümkün kılan siyasi istikrarsızlığın anayasal altyapısında yürütme zafiyetinin önemli bir rol oynadığını savunur. (Hale, Turkish Politics and the Military, 1994)
“Güçlü ve etkin bir yürütme olmadan siyasi istikrar sağlanamaz; 1961 Anayasası ise yürütmeyi aşırı frenleyerek krizi derinleştirmiştir.”
Erik Jan Zürcher
Zürcher, Türkiye modernleşme tarihini ele alırken 1961 Anayasası’nın siyasal çoğulculuğu genişlettiğini ancak bunun devletin merkezileşmiş otoritesiyle çatıştığını ifade eder. Bu çatışmanın siyasi kutuplaşmayı ve yönetim krizlerini tetiklediğini vurgular. (Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 2020)
“1961 Anayasası, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önemli bir adım oldu, ancak siyasal kültür ve devlet yapısı bu özgürlükleri taşımaya hazır değildi.”
Cumhurbaşkanlığı Seçimleri: Yürümeyen Sistemin Manşeti
Yürütmedeki kriz, sadece hükümetlerle sınırlı değildi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri de sistemin işlemediğinin sembolüne dönüştü. Meclis'teki 2/3 çoğunluk şartı, çoğu zaman uzlaşmazlık doğurdu. 1973 ve 1980 seçim süreçleri, siyasi blokajın ne denli tehlikeli olabileceğini gösterdi.
- Aylar süren boşluklar yaşandı.
- Devletin en tepesinde meşru temsil tartışmaları doğdu.
- Bu boşluk, orduya “vesayet yetkisi” tanır gibi algılandı.
Ve evet, ordu da bu algıyı sevdi.
Bürokratik Vesayet: Bölünen Kurumlar
1961 Anayasası’nın “tarafsız bürokrasi” ideali, Türkiye pratiğinde çabuk deforme oldu. Özellikle 1970’lerin ikinci yarısında:
- Emniyet, MİT, üniversiteler, sendikalar ve adliye gibi kurumlar açık ideolojik kamp alanlarına dönüştü.
- Sol veya sağ görüşlü kadrolar, bürokrasi içinde kümelendi.
- Devletin karar alma mekanizmaları ideolojik çekişmelere teslim oldu.
Devlet artık tekil değil, parçalı bir organizmaydı. Bu parçalanmışlık, yönetilemezliğin en kurumsal göstergesiydi.
Sonuç: Otorite Restorasyonuna Açılan Yol
Evet, 1961 Anayasası bireyin haklarını genişletmişti. Ama bu genişlik, devleti yönetilemez kıldı. Güçlü yürütme olmadan demokrasi çalışmadı; çünkü karmaşa, halkın gözünde özgürlükten daha korkutucuydu.
Toplum güçlü lidere, ordu çözüm üretmeye, anayasa ise kendini yeniden yazmaya mecbur kaldı.
1982 Anayasası, işte bu krizlerin üzerine örülen “güçlü devlet” takıntısının ürünüdür. Özgürlüğü değil; kontrolü kutsayan bir sistemin anayasasıdır.
Yazar Notu:
“Özgürlükçü anayasa” olarak övülen 1961, Türkiye'de özgürlüğün değil; yönetememenin anayasası oldu. Demokrasi sadece bireysel haklarla değil, işleyen devlet mekanizmalarıyla da var olabilir. Bu yapı kurulmadığında, özgürlük kaosa; kaos otoriterleşmeye kapı aralar.
Bir sonraki anayasa yazısında bu krizlerin sonrasındaki 1982 Anayasası’nın “güç istikrarı” adına neleri yok ettiğini inceleyeceğiz
1982 Anayasası: İstikrar Takıntısının Otoriter Mimarisi
Anayasa yazılarımızın bir sonraki mensubunda 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan “güçlü devlet” refleksinin, 1961’in zayıf yürütmesine karşı nasıl bir tepki olduğuna; ancak bu tepkisel kurucu iradenin yeni ne tür sorunlar doğurduğuna birlikte bakacağız.
Kaynakça
- Tanör, Bülent. Türkiye'de Anayasacılık Hareketleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2004.
- Özbudun, Ergun. Türk Anayasa Hukuku. Ankara: Yetkin Yayınları, 2021.
- Soysal, Mümtaz. Anayasaya Giriş. Ankara: AÜHF Yayınları, 1962.
- Ahmad, Feroz. The Making of Modern Turkey. London: Routledge, 1993.
- Tunaya, Tarık Zafer. Türkiye’de Siyasal Gelişmeler. İstanbul: Der Yayınları, 1984.
- Zürcher, Erik Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2020.
- Hale, William. Turkish Politics and the Military. London: Routledge, 1994.
- Heper, Metin. “The State and the Military in Turkey”, Middle Eastern Studies, Vol. 22, No. 1 (1986): 23–41.