Özerklik: Cumhuriyet'in Kürtlere Vaadi

Girizgah

Cumhuriyetin kuruluş süreci, sadece bir devletin yeniden inşası değil, aynı zamanda çok farklı toplumsal ve etnik yapıların nasıl bir arada yaşayacağına dair büyük bir müzakereydi. Bu süreçte en çok merak edilen ve sıkça tartışılan sorulardan biri de şu: Atatürk Kürtlere özerklik sözü verdi mi? 

Hepsini okumadan kesin bir cevap arıyorsanız hayır Atatürk'ün veya Cumhuriyetin böyle bir söz verdiğine dair herhangi bir kaynağa rastlamıyoruz. 

İddiaların temelinde gizli TBMM oturumları ve 1921 Anayasası var ancak gizli celse tutanaklarında herhangi bir özerklik meselesine rastlamadığımız gibi 1921 anayasasının olağanüstü şartlarda uygulamaya konmuş bir anayasa olduğunu değerlendiriyoruz. 

Şimdi yazımızın devamı ve tamamına geçecek olursak tarihsel olay belge ve kaynaklar ile durumu inceleyelim. 


Millî Mücadele Dönemi 

Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal ve arkadaşları, Anadolu’daki tüm Müslüman toplulukları – Türk, Kürt, Çerkez, Arap fark etmeksizin – ortak bir hedef etrafında toplamaya çalışıyordu: İşgale karşı direniş ve yeni bir devlet kurma mücadelesi. 

Bu dönemde Kürtlere yönelik sıcak, kapsayıcı mesajlar verildi. Örneğin Meclis konuşmalarında “Kürt kardeşlerimiz” ifadesi sıkça geçer. Ancak bu, birlikte mücadele etmek için kullanılan siyasî bir dildir. Hiçbir resmî belgede ya da Atatürk’ün doğrudan beyanlarında Kürtlere bir “özerklik sözü” verilmemiştir. 


1921 Anayasası Tartışması: Özerklik mi, Yerel Yönetim mi? 

1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, savaş şartlarında hazırlanmış kısa bir anayasaydı. 11. maddesinde vilayetlerin yerel meclisler kurarak kendi işlerini yürüteceği yazıyordu. Bu madde, bazı tarihçiler tarafından “özerklik işareti” olarak yorumlansa da, bu da bir yorumdur, vaat değildir

Ne Mustafa Kemal’in yazılı bir beyanı, ne TBMM kararları, ne de herhangi bir anlaşma metni Kürtler için özel bir özerk statü öngörmez. 


1921 Anayasası Gerçekten Anayasa mıydı? 

Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasacılık tarihine baktığımızda, dönüm noktası kabul edilen ilk metinlerden biri hiç kuşkusuz 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunudur. Peki ama bu metin gerçekten bir anayasa mıydı? Yoksa olağanüstü şartlarda, savaşın gölgesinde yazılmış, kısa ömürlü, eksik bir yönetişim kılavuzu muydu? 

Bu yazıda 1921 Anayasası'nın hazırlık sürecini, içeriğini ve tarihî bağlamını ele alarak şu sorunun peşinden gidiyoruz: 
1921 Anayasası, bir kurucu anayasa mıydı, yoksa sadece geçici bir savaş metni mi? 

İlerleyen başlıklarda 1921 Anayasası'nı daha detaylı ve acımasız bir şekilde eleştireceğiz.

Olağanüstü Şartlar: Olağanüstü Anayasa

1921 Anayasası, tam anlamıyla olağanüstü şartlarda hazırlandı. Hazırlanma süreci, Türkiye'nin henüz bir cumhuriyet olmadığı, Osmanlı resmen devam ettiği, fakat Ankara'da alternatif bir hükümetin şekillenmeye başladığı karmaşık ve belirsiz bir döneme denk gelir. 

  • TBMM henüz 1920’de kurulmuştu. 
  • İstanbul işgal altındaydı. 
  • Batı Cephesi’nde Yunan ilerlemesi devam ediyordu. 
  • Doğu Cephesi’nde ise Ermenilerle savaş henüz yeni sona ermişti. 
  • Saltanat resmen kaldırılmamıştı; hilafet hâlâ geçerliydi. 

Bu koşullar altında hazırlanan bir anayasa elbette ideal anayasa standartlarını taşıyamazdı. Zaten 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, klasik anlamda bir anayasa olmaktan uzaktır. 


 1921 Anayasası: Meclis Talimatnamesi

Metin, sadece 23 maddeden oluşuyordu ve bunların bir kısmı oldukça genel ifadelerdi. Bazı özellikleri şöyleydi: 

  • Kuvvetler birliği ilkesi benimsenmişti: Yasama, yürütme ve hatta yargı yetkisi TBMM’de toplanmıştı. 
  • Başkanlık, başbakanlık ya da bakanlık gibi yürütme organları açıkça tanımlanmamıştı. 
  • Temel hak ve özgürlükler neredeyse hiç yer almamıştı. 
  • Mahkemelerin yapısı, seçimi, görev tanımları belirlenmemişti. 

Bu nedenle birçok hukukçu, bu metni “klasik anlamda anayasa değil”, bir tür geçici yönetim ilkeleri bildirgesi olarak tanımlar. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya bu konuda şöyle der: 

“1921 Anayasası, bir hükümet rejiminin esaslarını değil, TBMM’nin savaş koşulları altında nasıl çalışacağını düzenleyen bir yönetim şemasıdır.” 
Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya 1961 Anayasasını hazırlayan akademisyenlerden biriydi.

Amaç: Birliği Sağlamak, Savaşı Kazanmak 

Bu anayasanın temel amacı, ülke içinde birliği sağlamak ve TBMM’nin otoritesini hukuken temellendirmekti. Lozan’a giden yolda Ankara Hükûmeti’nin varlığını hem içeride hem dışarıda meşrulaştırmak gerekiyordu. 

Bu nedenle metnin en çok vurguladığı nokta, egemenliğin millete ait olmasıydı: 

“Hâkimiyet bilâ kayd u şart milletindir.” 
(Madde 1) 

Bu cümle elbette ki devrim niteliğinde bir sözdü. Ancak bu devrimsel nitelik, anayasanın bütünlüklü, kurumsal bir metin olduğu anlamına gelmiyordu. 


Tartışmaların Merkezi: 11. Madde 

En çok tartışılan maddelerden biri 11. maddeydi: 

“Vilayetler, kendi mahallî işlerini görme yetkisine sahiptir. Bu yetki vilayet şûraları tarafından kullanılır.” 

Bu madde zaman zaman “özerklik” vaadi gibi yorumlansa da, gerçek bağlamı farklıdır. Madde, devletin federal yapıya geçeceği anlamına gelmez. Bu düzenleme, aslında Ankara Hükûmeti’nin her vilayete doğrudan hükmedemediği gerçeğinin kabulüdür. Yani bir fiilî durumu hukukileştirme çabasıdır, anayasal tasarım değil. 


Neden Bu Kadar Kısa Ömürlü Oldu? 

1921 Anayasası, sadece 3 yıl yürürlükte kaldı. 1924 Anayasası ile yerini daha kapsamlı, kurumsal ve kalıcı bir metne bıraktı. Çünkü: 

  • Artık savaş sona ermişti. 
  • Saltanat kaldırılmıştı. 
  • Cumhuriyet ilan edilmişti. 
  • Devletin yapısı netleşmişti. 

Yeni koşullar, yeni bir anayasa gerektiriyordu. 1921 Anayasası bu anlamda misyonunu tamamlamıştı: Kurucu değil, geçici bir metindi. 


Hayatta Kalma Refleksi: 1921 Anayasası 

1921 Anayasası, bir ideal değil, bir mecburiyettir. Kapsamlı bir anayasa olarak değil, bağımsızlık savaşı veren bir halkın kendini ifade etme aracı olarak okunmalıdır. O nedenle bu metni yüceltmek de küçümsemek de doğru olmaz. Onu, tarihsel bağlamında anlamak gerekir. 

Yani sorunun cevabı şu: 

1921 Anayasası, teknik olarak bir anayasa değildir; savaş ortamında hazırlanmış, eksik, geçici bir yönetim kılavuzudur. 

Bu yönüyle değerlendirildiğinde hem tarihî değeri anlaşılır, hem de bugünkü anayasa tartışmalarına daha sağlıklı bir perspektif sunar. 


Lozan Görüşmeleri 

Lozan Barış Konferansı’nda İngiltere, Musul meselesi nedeniyle Kürtleri ayrı bir millet gibi göstermeye çalıştı. Türk heyeti ise buna karşı çıktı ve Kürtlerin Türklerle aynı milletin parçası olduğunu savundu. 

İsmet İnönü’nün başkanlığındaki heyet, açık şekilde Kürtlerin ayrı bir ulusal kimliği olmadığını ve Türklerle birlikte yaşadıklarını vurguladı. Bu tavır, sadece diplomatik değil, aynı zamanda Ankara’nın resmî pozisyonuydu. 

Yani tam tersine, Kürtlerin ayrı bir statüye sahip olmaması gerektiği diplomatik olarak da savunulmuştu. 


Şeyh Said İsyanı ve Sonrası 

1925’teki Şeyh Said İsyanı, Ankara’yı daha da sert bir çizgiye itti. O tarihten sonra çıkan Takrir-i Sükûn Kanunu, İstiklal Mahkemeleri, zorunlu iskan uygulamaları gibi adımlar, devletin artık merkezî kontrolü sıkılaştırdığını gösterdi. 

Bu gelişmelerden sonra bırakın özerkliği, Kürt kimliğine dair pozitif bir ifade bile resmî belgelerde yer almadı. 


Atatürk’ün Açık Tavrı: “Kürt Meselesi Yoktur” 

1931 yılında Atatürk açık açık şunu söylüyor: 

“Bu memlekette Kürt meselesi yoktur. Kürtler Türk toplumunun ayrılmaz bir parçasıdır.” 
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II) 

Bu cümle bile tek başına yeterli. Çünkü Atatürk, Kürtlere ayrı bir statü tanınmasına gerek olmadığını net şekilde ifade ediyor. Bu, herhangi bir “özerklik” vaadi ya da planının olmadığını doğrudan gösteriyor. 


Neden Bu Yanlış İddia Yaygınlaştı? 

Bu sorunun cevabı oldukça basit: 1920'lerdeki “birlik” vurgusu ile 1930'lardaki “tek millet” anlayışı arasında fark var. Erken dönemde kullanılan kapsayıcı dil, bazı çevrelerce zamanla “özerklik sözü verildi” şeklinde yorumlandı. Ancak bu tarihî belgelerle desteklenmiş bir iddia değildir. 

Ayrıca bazı modern politik aktörlerin, kendi söylemlerine tarihsel meşruiyet kazandırmak için bu tür iddiaları “atıfla güçlendirmeye” çalıştığı da bir gerçek. 


Akademik Görüşler Ne Diyor? 

Prof. Dr. Baskın Oran

“1921 Anayasası bir özerklik belgesi değildir. Yerel yönetimi düzenler. Kürtlere söz verilen bir belge değil, savaş koşullarının ürünü bir pratiktir.” 

Prof. Dr. Erik Jan Zürcher

“Kürt özerkliği fikri, TBMM’nin ilk döneminde kısmen tartışılmış, ancak hiçbir zaman resmî bir vaat olarak kabul edilmemiştir.” 

Yani hem belgeler hem uzman görüşleri, aynı sonuca işaret ediyor: Özerklik sözü yoktur. 


Kaynakça 

  • Sivas Kongresi Beyannamesi, 11 Eylül 1919, T.C. Cumhurbaşkanlığı Arşivi. 
  • 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, Madde 11, Resmî Gazete, 20 Ocak 1921. 
  • TBMM Gizli Celse Zabıtları, 5 Mayıs 1921, Cilt I, s. 123–130. 
  • Lozan Konferansı Tutanakları, Cilt 2, Dışişleri Bakanlığı Yayınları, s. 250–257. 
  • Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 88. 
  • Zürcher, E. J. (2004). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları. 
  • Oran, B. (2001). Kürt Sorunu: Kökeni ve Gelişimi. İstanbul: İletişim Yayınları. 
  • Tunaya, Tarık Zafer (1984). Türkiye’de Siyasal Gelişmeler. İstanbul: Der Yayınları.